SERDAR KARCILIOĞLU YAZDI: KIRILGAN REKOR, TURİZM ÇIKMAZI VE STK SESSİZLİĞİ

SERDAR KARCILIOĞLU YAZDI: KIRILGAN REKOR, TURİZM ÇIKMAZI VE STK SESSİZLİĞİ

2025 yılı, Türkiye turizmi açısından Ankara’ya göre gelir rekorları kırılan, ancak yönetim ve sektörel örgütlenme açısından yapısal zafiyetlerin belirginleştiği bir yıl olmuştur. Resmi söylemde başarı hikayeleri ön planda tutulsa da sektörün derinlikli sorunları, mevcut yatak kapasitesinin %90'ının astronomik kredi borcu yükü altında olması, yönetimsel yaklaşımların ve Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK) mevcut işleyişinin sorgulanmasını zorunlu kılmaktadır.

Mevcut turizm yönetimi, büyük ölçüde ziyaretçi sayısı ve toplam gelir gibi nicel hedeflere odaklanmış bir tablo çizmektedir. Mevcut STK ve meslek örgütlerinin de alkışladıkları bu yaklaşımı, uzun vadeli sürdürülebilirlik ve nitelikli büyüme açısından büyük bir sıkıntı olduğu konusunu ciddi olarak eleştiriyor ve sektörde bir ömür verilmiş tecrübeler ışığında ve projeler bazında çözüm önerilerimize sahip çıkılmaması noktasında Türkiye turizminin geleceğine olan kaygımı dile getirmek istiyorum.

Devamla;

Son yıllarda, turizm sektörünün en büyük sorunu olan yüksek maliyet enflasyonu karşısında merkezi yönetim, fiyat avantajının korunmasına yönelik etkin bir destek mekanizması sunamamıştır. Fiyatların Akdeniz'deki rakiplere (İspanya, Yunanistan) yaklaşması ve hatta bazı segmentlerde geçmesi, ziyaretçi sayısındaki büyümeyi zorlaştıran temel etken olarak önümüzde durmaktadır. Yönetim, bu maliyet baskısını hafifletmek yerine, genellikle gelir artışını kişi başı harcama yükselişiyle açıklamayı tercih etmiştir.

Yıllardır dile getirilen "Her Şey Dahil" modelinden kurtulma ve turizmi 12 aya yayma hedefi, (bu konu ile ilgili de HD sisteminden Türk mutfağının gastronomik değerlerini ön plana çıkaran bir proje ile kademeli olarak geçişini sağlayacak projemiz de tozlu raflarda beklemektedir) ve 2025 yılında da kâğıt üzerinde kalmıştır. Kültür, spor, gastronomi ve eko-turizm gibi alternatif turizm türlerine yapılan yatırımlar, kıyı bölgelerindeki kitlesel deniz-kum-güneş odağını değiştirecek düzeyde bir etki yaratamamıştır. Turizm politikaları, birkaç ana pazara (Rusya, Almanya) aşırı bağımlılığı sürdürmekte ve jeopolitik risklere karşı esnekliği azalttığı gözlemlenmektedir.

Özellikle popüler turizm merkezlerinde özellikle Bodrum başta olmak üzere Güney Ege’de altyapı (kanalizasyon, su, atık yönetimi, elektrik yol, trafik) sorunları devam etmekte, kontrolsüz yapılaşma ve imar planı ihlalleri, turizm potansiyelini yok etmektedir. Merkezi yönetim, yerel yönetimlerle koordinasyon konusunda yetersiz kalmış, plansız büyümenin getirdiği çevresel yükün artmasına göz yummuştur.

STK Sessizliği;

Sektördeki en büyük eleştirdiğim ve zaman zaman dile getirdiğim önemli konularından biri, yerel ve bölgesel turizm STK'larının ve meslek örgütlerinin (TÜRSAB, TUROFED TYD vb. gibi) beklenen etkinliği ve yönlendirici gücü gösterememesi daha kötüsü merkezi yönetimin her söylediğini onaylar durumda bulunma alışkanlıklarını sürdürmeleridir, hatta çözüm odaklı projeler ile desteklenen eleştirilere dahi aman antipatik olmayayım endişesi altında sahip çıkma gibi bir tercihleri dahi olmamaktadır. 

Zaten STK'lar, sahada gerçeklerle yatıp kalkan üyelerinin maliyet baskıları ve sürdürülebilirlik sorunları konusunda hükümet nezdinde güçlü bir lobi faaliyeti yürütememekle eleştirilmektedirler. Ne yazık ki Sektörün yüksek enflasyon ortamındaki sorunları, yukarıda belirttiğim endişe ve korku nedeniyle yeterince somut ve çözüm odaklı bir dille Ankara'ya taşınamamaktadır.

Ayrıca, Turizm sektörü, çok sayıda küçük ve büyük dernek/federasyon tarafından temsil edilmekte, bu örgütlenme parçacılığı ortak bir sesin çıkmasını engellemektedir. STK'lar arasındaki rekabet ve çıkar çatışmaları, genel sektör menfaatlerini koruma potansiyelini azaltmış hatta yok etmiştir.

Ayrıca STK'lar, genellikle gündelik operasyonel sorunlara (sezonluk doluluk, erken rezervasyon rakamları) odaklanmakta, ancak sektörün geleceğine yön verecek dijitalleşme, sürdürülebilirlik, yukarıda da bahsettiğim üzere Kültür, spor, gastronomi ve eko-turizm gibi alternatif turizm türlerine, iş gücü eğitimi ve yabancı dil yetkinliği gibi yapısal konularda güçlü ve vizyoner projeler üretememektedirler.

Bu durum, sektörün küresel trendlere uyum hızını yavaşlattığı gerçeği tüm kesimler tarafından göz ardı edilmektedir.

Sonuç olarak, Türkiye turizminin büyük bir ekonomik varlık olduğu kanıtlamış olmakla birlikte, ancak bu varlığın hiçbir dönemde gerçek değerinin keşfedilememiş olması kısaca başlangıcından bugüne gerçek bir devlet politikalarına kavuşturulamamış yıllara sari köhnemiş bir yönetim ve örgütlenme yapısı içinde idare edildiğini göstermektedir.

Turizm yönetiminin niteliksel ve bölgesel çeşitliliğe odaklanması, STK'ların ise siyasi ve ekonomik baskılardan bağımsız olarak sektörün uzun vadeli menfaatleri için daha güçlü, birleşmiş ve vizyoner bir tavır sergilemesi elzemdir. Aksi takdirde, Türkiye, kısa vadeli gelir artışlarıyla yetinirken, Akdeniz'deki rakiplerinin daha sürdürülebilir, yüksek kalitede ve çevreye duyarlı turizm modellerine geçişine karşı rekabet avantajını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacaktır. 

Etiketler