HÜSEYİN BARANER İLE 2026’YA BAKIŞ
Antalya Turizm Fuarı vesilesiyle görüştüğümüz Hüseyin Baraner, yıllardır hem Türkiye’de hem Avrupa’da turizm sektörünün nabzını tutan, fikirleriyle yön veren bir isim.
Dünyadaki karışıklıkları, tehlikeleri hepimiz biliyoruz. Gazetelerden de iyi haberler kadar ciddi kriz haberleri de alıyoruz. Her şeye rağmen dünya şu anda sıkıntılı bir süreçten geçiyor. Ekonomiler sarsıntı halinde, ülkeler kendi iç meseleleriyle uğraşıyor. Kimse bulunduğu durumdan tam olarak memnun görünmüyor. Ancak bugün biz, siz Antalya’ya gelmişken konuyu biraz olumlu yönden ele almak istiyoruz. Ben sizi 30 yıldır takip ediyorum. Siyaseti bir kenara bırakırsak, özellikle tanıtım ve kalite açısından Türk turizmi son on yılda nasıl bir ilerleme kaydetti?
Hüseyin Baraner: Öncelikle şunu söylemek istiyorum: Son yarım asırda dünyadaki bazı gelişmeler Türk turizmine ciddi zararlar verdi. Ancak Gazze ile varılan barış anlaşmasında Türkiye’nin oynadığı yapıcı rol, özellikle Batı Avrupa ülkelerinde Türkiye’ye olan güven ve saygıyı artırdı. Bu durum, Türkiye’yi daha sempatik hale getirdi ve uzun süredir gelmeyen ziyaretçilerin yeniden ilgisini çekti.
Gazze barış sürecinde Türkiye’nin ön planda durması biz uluslararası turizmciler için de çok faydalı oldu. Elbette tüm Filistinlilere yardımların devam etmesi gerektiğini buradan bir kez daha ifade etmek isterim.
Biliyorsunuz, Türk turizmi gerçekten çok büyüdü, çok farklılaştı, gelişti. Ürün yelpazemiz artık dünya çapında her müşteri talebine ve her trende cevap verebilecek kadar geniş. Elbette sıkıntılarımız da var — çevre sorunları ciddi bir konu. Bunun dışında pahalılık hepimizin dilinde, yaşadığımız ekonomik sıkıntılar ortada.
Ama bütün bunlara rağmen Türk turizmi bugün Türkiye ekonomisinin daha da önemli motoru haline geldi. Her şeye rağmen çok güçlü bir durumdayız. Bu fuar vesilesiyle de biraz moral olsun diye, dünyada geldiğimiz konumu sektördeki arkadaşlarımıza anlatmak istiyorum. Türk turizmi hepimizin müşterek yarattığı bir üründür. Tüm hatalara ve yanlışlara rağmen dünya çapında büyük bir hacim oluşturduk, ekonomiye çok büyük katkı sağlıyoruz. Bu yüzden Türk turizmine hep birlikte sarılmak, onu korumak ve en önemlisi ona inanmak zorundayız.
Evet, dünya gerçekten kırılgan bir dönemden geçiyor.
Ancak tam da bu tür zamanlarda Türkiye’nin turizm başarısı daha da dikkat çekici hale geliyor. Çünkü Türk turizmi yalnızca rakamlarla değil, zihniyette de bir devrim yaşadı.
On yıl önce “ucuz tatil ülkesi” olarak anılan Türkiye, bugün kalite, çeşitlilik ve hizmet anlayışıyla Akdeniz’in en güçlü aktörlerinden biri haline geldi. 2015’lerde 35 milyon civarında seyahatçi ağırlayan ülke, 2024 sonunda 56 milyon ziyaretçiye ulaşarak tarihinin en yüksek seviyesine çıktı.
Fakat bu başarı sadece sayısal değil, niteliksel bir dönüşümün de sonucu olması gerekmiyor mu?
Son 6 yılda “Kalite Devrimi” yaptık diyebilirim. Hizmette Avrupa’yı yakaladık, Akdeniz’i geçtik. Son on yılda Türk turizminin en dikkat çekici farkı, hizmet kalitesinde yaşadığı büyük sıçramadır.
Antalya’dan Bodrum’a, Kapadokya’dan İstanbul’a kadar yüzlerce tesis küresel standartların da ötesinde konseptlerle yeniden tasarlandı. Bunlar kolay işler değil, her ülke yapamaz.
Yeni nesil Luxury Inclusive sistemleri, gastronomiye yapılan yatırımlar, Michelin Rehberi’nin İstanbul, İzmir ve Bodrum’a girişiyle birlikte kalite anlayışı bambaşka bir seviyeye taşındı.
Bir zamanlar “her şey dahil” kavramı ucuzlukla anılırken, bugün Türk otelleri bu modeli “her şey dahil ama premium” seviyesine yükseltti.
Ela Excellence, Maxx Royal, Regnum, Concorde, Cullinan, Voyage, Rixos, Lujo, Gloria gibi birçok markamız Avrupa’daki rakiplerini hizmet kalitesi, mutfak başarısı, teknoloji kullanımı ve personel eğitimiyle geride bıraktı.
Satış konusunda ne durumdayız?
Omni-Channel gücünü, yani acenteden havayoluna tam bir ekosistem içinde en başarılı uygulayan ülke biziz. Türk turizmi artık tek bir kanaldan değil, bütüncül bir ağdan yönetiliyor.
Seyahat acenteleri, tur operatörleri ve havayolu şirketleriyle entegre çalışan bu sistem, Türkiye’yi dünyanın en çok talep edilen destinasyonlarından biri yaptı.
TGA’nın katkısı ne oldu?
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, TGA’nın ve Türk Hava Yolları’nın küresel koordinasyonu, satış zincirinde benzeri az görülen bir model yarattı.
Artık Londra’dan Astana’ya, Sao Paulo’dan Oslo’ya, Tokyo’ya kadar yüzlerce şehirde Türkiye tanıtımı aynı anda, aynı dilde, aynı duyguyla yapılıyor. Burada Yeni Nesil Tanıtım Stratejileri, Dijital Diplomasi ve Marka Hikâyelerinden de bahsetmek istiyorum.
2019’da hayata geçirilen GoTürkiye markası, tanıtım anlayışında bir çağ değişimi yarattı.
Türkiye artık klasik reklam filmleriyle değil, hikâye anlatımıyla dünyaya sesleniyor.
Dijital platformlarda hedef ülke bazlı mikro kampanyalar, sosyal medya iş birlikleri ve sürdürülebilirlik vurgusu, ülkenin imajını kökten değiştirdi.
Yani siyaseti bir kenara bırakırsak, TGA yalnızca tanıtım değil, kriz iletişimi ve marka yönetiminde de uluslararası bir örnek haline geldiğini söylememiz gerekir.
Eğitim, İnsan ve Sürdürülebilirlik Odaklı Dönüşümden memnun olmayanların sayısı çok arttı. Neden?
Bu dönemin en sıkıntılı konusu: insan kaynağındaki daralma en başarısız olduğumuz konu.
Antalya’nın, Bodrum’un dünya çapında marka turizm akademileri kurma zamanı geldi. Burada büyük zincir otellere de sesleniyorum: Kendi akademilerinizi açın ve Avrupa’nın müşterek eğitim sistemleri ile çalışın, eğitim.
Sürdürülebilirlik ise artık moda değil, şart; rekabetin en önemli kriteri.
Yeşil Yıldız, Mavi Bayrak, karbon ayak izi azaltımı, yerel üreticiyle tedarik zinciri ve sıfır atık uygulamalarıyla Türkiye, Akdeniz’de çevreye en duyarlı tesislerin bulunduğu ülke olarak ciddiyetini sürekli göstermeli ve şeffaf olmalı. Artık dünya pazarlarında çok ağır bir rekabet sürecine giriyoruz. Kendi ayağımıza hançer takmayalım.
Krizlerden Güçlenerek Çıkmak için son yıllarda tüm sektör bir nevi dayanıklılık kültürü yarattı. Terör olayları, pandemi, döviz dalgalanmaları… Her kriz, Türk turizmine yeni bir refleks kazandırdı. Ancak sektörü ve bakanlığı çok yordu. Ama ayaktayız ve ilerliyoruz. Her şey ortada; kimin ne yaptığı her detay sektörümüzün kayıtlarında.
Şehir ve Kültür Turizmine canlılık kazandırabildik mi?
İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Gaziantep ve Çanakkale gibi şehirler çok çaba sarf ediyor ve son on yılda özgün turizm kimlikleriyle piyasalarda hızla ilerliyorlar.
UNESCO mirasları, gastronomi rotaları, müzeler, bienaller ve eko-köy projeleriyle Türkiye artık dört mevsim yaşanan bir destinasyon. Kapadokya mağara otelleri, Mardin taş konakları, Karadeniz yayla evleri ve Ege agro-turizm köyleri bu dönüşümün sembolleri oldu. Göbeklitepe ayrı bir heyecan veriyor. Ayrıca Doğu Anadolu bölgesinde kalıcı bir “Barış Mezopotamya” adı altında, çok sayıda destinasyonu içinde barındıran büyük bir kültür turizm merkezine dönüşebilir.
Dijitalleşme ve Akıllı Turizm konusunda neredeyiz?
Otelcilikten ulaşıma, satıştan müzeciliğe kadar her alanda güçlü bir dijital dönüşüm yaşanıyor. Biz Türkler bu konuda geride değiliz. Yerli yazılım firmaları artık küresel otel zincirlerine teknoloji ihraç ediyor. Yapay zekâ destekli fiyatlama, dijital check-in sistemleri ve sanal fuarlar sektöre yeni rekabet avantajı kazandırdı. Gurur verici diğer bir gelişme ise: Türkiye yalnızca turizm hizmeti alan değil; turizm teknolojisi üreten bir ülke haline geldi.
Turizmin geleceğine nasıl bir başlık atarsınız?
Ben “Akıllı, Yeşil ve Uzun Ömürlü Turizm” derim. Önümüzdeki on yılın Türk turizmi yalnızca daha fazla turist değil; Türk turizmcileri daha uzun konaklamalar, daha yüksek kişi başı gelir ve daha derin kültürel bağlar hedefliyor. “Best Ager”, “Longevity”, “Wellness” ve “Digital Detox” ve tabii spor kavramları artık Türkiye’nin yeni odak noktaları olacak. Yaşlanan Avrupa nüfusu içinde Türkiye, emeklilik sonrası yaşam tercihlerinde ilk üçte. Ülke sadece bir tatil yeri değil; yaşanacak, nefes alınacak, üretilecek bir ülke olarak görülüyor. Türk turizmi emin adımlarla dünyada üçüncü sıraya doğru ilerliyor.