DAMLA DERÇİN YAZDI: MİMARLIK TRENDLERİ TURİZMİ NASIL DÖNÜŞTÜRÜYOR?
Mimarlık yalnızca çizgilerle değil, hislerle yapılır. Benim için bir yapıyı anlamlı kılan şey; onun insanların hayatına nasıl dokunduğudur. Özellikle söz konusu otel mimarisi olduğunda, artık sadece yatılacak bir oda tasarlamıyoruz. Konuklar duvarların arasına değil, duyguların içine girmek istiyor. İşte tam da bu yüzden, yeni nesil otel mimarisi bana mimarlığın ne kadar canlı, ne kadar insana dair olduğunu tekrar tekrar hatırlatıyor.
Bugün otel tasarımı, sadece konforu değil, bir yolculuğu da sunmak zorunda. İnsanlar seyahat ederken, o mekânda yalnızca uyumak değil; ilham almak, doğayla bağ kurmak, yerel kültürle tanışmak, kendini bulmak istiyor. Ve biz mimarlar bu yolculuğun sessiz rehberleriyiz.
Artık lüks sessizlikte saklı. Gösterişli avizeler yerine, güneşle ısınan bir oda; kalın halılar yerine çıplak ayakla hissedilen taş… Lüks, artık doğaya saygı duymakla, karbon ayak izini azaltmakla, nefes alan yapılar yaratmakla tanımlanıyor. Geri dönüştürülmüş malzemeler, yerel taşlar, sade çizgiler… Bunlar hem estetik hem etik tercihlerimiz hâline geldi.
Doğayla duvarları kaldırıyoruz. Cam panellerin ardında doğa değil, doğanın içinde cam paneller var artık. Banyodan yıldızlara bakmak, odadan çam kokusunu duymak. Bu detaylar konforun ötesinde bir duygu sunuyor. Biz, içeriye estetik değil; dışarıya saygı taşıyoruz.
Her misafirin kendi öyküsü varsa, neden tüm odalar aynı olsun? Tematik odalar, hikâyesi olan suitler, esnek mekânlar… Mimari artık kalıplara değil, kişisel dokunuşlara açık bir dil konuşuyor. Her konuk, kendi yolculuğuna uygun bir durak arıyor.
Teknoloji sahnede değil, sahne arkasında. Akıllı sistemler, dijital çözümler… Bunlar artık otellerin ruhunu değil, arka planını şekillendiriyor. Çünkü teknoloji artık bağırmıyor; fısıldıyor. Ve bu sessizlik, konforun en estetik hâli.
Eskiden yalnızca girişti; şimdi sosyalleşme, sanat, kültür alanı. Bir otelin kalbi orada atıyor. Yerel halkla misafirleri bir araya getiren bu alanlar, bana mimarinin sadece bina yapmak değil, bağ kurmak olduğunu gösteriyor.
Yerel hikâyeler anlatmayan yapılar eksiktir. Global zincirler bile artık yerel mimariyle, yöresel malzemeyle, geçmişin izleriyle şekilleniyor. Çünkü bir otel sadece konaklanacak bir yer değil, bulunduğu coğrafyanın ruhunu anlatan bir sahne. Biz o sahneye hikâye yazıyoruz.